Monday, December 31, 2007

2008'E NEREDE NASIL GİRDİM?



Çok merak edenleriniz var biliyorum. Su Karakuş 2008’e nerde, nasıl girdi?

Bayram seyran olunca aileme koştuğumu bilenleriniz var elbette ama onlar azınlık. Evcimen değil ama aileye gerçek anlamda pek prim veren pek düşkün biriyim. Buradan Boğa ya da Yengeç olduğumu düşünenler çıkabilir, tıpkı kırmızı kolyelere ve pabuçlara sevgim yüzünden Koç sananlar çıktığı gibi! Yanıldınız efendim, benim aileciliğim hakikaten geniş bir aileden gelmemden kaynaklanır.

Büyük aile yemekleri, bayramları bir arada geçirme geleneği aile alışkanlıklarımızıdır. Sanmayın ki bir Oğlak’ım. Geleneksel bir yanım yok. Ancak gelenekleri iyi bilirim, severim de.

Arayan pek çok arkadaşıma da söylemedim nedenini 2008’e evimde ve yalnız girmek istedim. Ne bir grup arkadaşı toplayıp kafayı bulana dek içmek ne de bir şekilde vur patlasın çal oynasın dans etmek değildi arzum. Yapmadım da!

Bu kez geçen yıllarda mecbur olduğum bir ruh halini gönüllü yaşamak istedim. Son ana dek davet, mesaj, telefon ganiydi sağ olsun dostlarım.

Ev de kaldım! Tek başıma.
Çünkü evimde tek başına misafirlik eden minik bir bebek vardı.

Ona bir isim bile koymadım. Fazla okşamadım, koklamadım bana alışmasın diye. Ben ona alışmayayım ve çok bağlanmayayım diye. Sanırım sınırımı aştım bile. Aklım, fikrim ondaydı ama kimseye çaktırmamak istedim.( Aman susun annem bile bilmiyor!). Hatta en sırdaşım kardeşim bile.

Onu gördüğümde aman ne çirkin diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Hatırlıyorum çünkü en dikkat çekendi! Onlar 10 kardeşti!

10 tane bebek arasında en dikkat çeken en aklımda kalan O olmuş.

İstanbul’un en olmaz semtinde küçücük bir ara sokak olduğunu, aslında oranın bir çıkmaz sokak olduğunu ve gecekondumsu yapılara açıldığını bu sayede öğrendim. Derme çatma kapılar buldum o sokakta. Muhtemelen derme çatma hayatlar vardı kapıların ardında. Ve o hayatlar başka hayatlara kucak atmaya pek kararlı görünüyordu. İnanılmazdı büyük yürekleri.

Sokağa aniden bir gece yarısı bırakılan 10 enik, derme çatma insanlar tarafından bir anda evcik sahibi olmuşlardı.

Hemen esnaflara, sokakta dikilen ve muhabbete dalmış adamlara sordum, bilen yoktu ama gece bırakıldıklarına emindi herkes. Bir yuvacık kondurulmuş, yemekler ve su verilmişti. Akşamüstüydü fark ettiğimde.

Ertesi gün en sevdiğim kanaldan ve düzenli izlediğim tek programdan konuk olarak çağrılıydım, çıktığımda eve dönmeden önce miniklere bir göz atmaktı tek derdim. Yuvacık ordaydı çok şükür. Bir ahşap kutu hayli büyük. İçinde şirin beyaz çiçekli, iç tarafı yumuşacık peluşlu bir battaniye. Derme çatma hayatlardan çıkan buydu! Eskimemiş ve bembeyaz bir bebek battaniyesi. Koyu renkli kirlenmemiş bir erkek ceketi. Kadife eşlik ediyordu beyaz battaniyeye. Her şey tastamamdı ama 9 kardeş yoktu!

Sokakta daha dün oynayan minicik bebeklerin biri yuvada uyuyordu ve gerisi yoktu!

Bir minicik öğrenci kız-yüzüne söylesem kızar ortaokul öğrencisi eski deyimle- daha önlüğünü çıkarmamış, kitaplarının ağırlığı omzunda yuvaya bakmaya çalışıyordu şaşkın bakışlarla. Ne şaşkınlık, ne mutsuz bakışlar hem de. “ Dün burada gördüğüm yavrular nerde?” dedim.

Hızla etrafı kolaçan ettiğini, hızla “ biz onlara bakıyorduk” diye çırpındığını, yavaşça gelen daha minik kardeşine “nerdeler?” diye sorduğunu, “ annem diyo ki belediye almış!” cevabında boynunun büküldüğünü, hızla benim, “hadi bu miniği benim bahçeye beraber taşıyalım” dediğimi, şaşkınlıklarına rağmen ve bütün güvensizliklerine rağmen sadece minik için buna razı olduklarını hissettiğimi, baloncuklu naylonlarla örtülü yuvayı bahçeye yerleştirip, üstünü özenle örttüğümüzü hatırlıyorum. Sonra yaş mama alışım ve minik’in sabaha dek çırpınışları, kardeşleri için ağlayışı hatırlanası şeyler değil zaten.

Ertesi gün öğlene doğru, aynı bahçeye açılan uzak pencerelerden bir adamın-adam değildi muhakkak! “ ya bu köpeği sokağa atarsın yada ben polise telefon ediyorum” diye bağırışı da hatırlanası değil. İnsanlığımdan utanmama sebep yurdum insanlarından birine daha, yasa-kanun-hukuk dersi veresim yoktu. “Bildiğin yere et şikayetini” dedim ve camı hızla kapattığım. Sonradan bu insan müsvettesinin bir avukat olduğunu duydum. Doğaya yabancı birinin insan hakkını savunabilmesi ne yaman çelişkiydi. Hayvan haklarından ve bütün canlıların eşit doğduğu ilkesinden bile haberi yoktu. O saatte evinde olduğuna göre başarısız, vaktini evinde harcayan, pek de işi olmayan biri olduğunu tahmin etmek güç değildi.

Alışması için zamana gereksinimi vardı minik bebeğin. Kardeşlerini henüz kaybetmiş, annesinden koparılmış bir bebek ağlıyor ve biri- hala onun bir insan olmadığına eminim- “at bunu sokağa” diye bağırıyor! Çok ağlamış da!

Çok ağlamamış bir varlık var mı acaba?

Minik’in kardeşlerinin akibeti için aynı akşam belediyeyi aradım ve bir veterinerleri olduğu, barınak-cık-ları olduğu, oraya temizlik servisi tarafından alınmış olabilecekleri bilgisine ulaştım ve feci rahatladım. Ve fakat durum öyle değilmiş, ertesi gün Evsiz Hayvanlar Derneğinin arayışları sonuçsuz kaldı. Minik bebeklerin akibetini bilen yoktu!

Belediyelerin kedi, köpek yavrularını alıp, uzak bir araziye bıraktıklarını, aç-susuz hayvancıkların açlıktan öldüklerini bilmeyeniniz var mı? Hala varsa uyansın ve öğrensin. Artık belediyeler hayvan öldürmüyor ölüme terk ediyor! İstisna ve şahane belediyeler var elbette. Gerçekten barınak kuranlar, veterinerlere maaş ödeyenler ve hayvanları sevenler. Hayvanları sevdiği için, insanlarını da sevenler. Oy kaygısında olmayan gerçekten bütün varlığıyla hizmete kendini adamış belediye başkanları ve onların ekipleri de var.

Niye belediye dedim ki ben? Köpek, kedi bakmak belediyenin işi mi? Yasa gereği evet! Bilmeyen varsa bunu da öğrensin. Her canlının yaşam hakkı var. Avrupa Birliğine uyum süreci içinde olduğumuzdan falan değil, eski yasalarımız hayvancıkları da korumaya almış. Hak hukuk bilen hayvan dostları soruyor hesabı. Ama bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasa mı?

Minik geldi ve geldiği gibi veterinere gitti. Önce pirelerinden, sonra tenyalarından arındı. Güçlü bir yaratık. Muhtemelen Akrep. 1.5 aylık dedi doktoru. Erkek ve cinsinin kangal-mix olduğu sanılıyor.

Sokaktan bulduğum bu yavrucakla 1 haftadır beraberiz. Önce eve, sonra bana alıştı. Çok akıllı ama şaşırtıcı şeyler yapıyor. Anne diye bağırıyor mesela. İnanılmaz. Uyumadan önce kendine ninni söylüyor. Nerde uyuyacağı bir bilinmez değildi ama nereye işeyeceğini hemen kavradı. Acaba “sokağa at” diye bağıran bir insanoğlu nereye işeyebileceğini 1.5 aylıkken biliyor muydu?

Yılbaşı akşamı çok özeldi, her yaşam dakikam kadar.

Ben minik ve emanet oğlumla olmayı seçtim. Günde 4-6 kez doyurmak gereksinimini göz ardı edemedim. Ev dışında sıkça olduğum için alışkın kimsesiz olmaya. Hatta annesiz ve kardeşleri olmadan ağlamaya ve uyumaya da alışkın artık. Ama saatlerce aç kalmasına gönlüm razı olmadı. Acayip insani, ultra, üstün bir şey yapmadım da ben evde kalarak. Onunla olmayı seçtim.

Saatler 12’yi gösterirken O uyuyordu. 1 olduğunda yemeğini ve okşanmayı beklemek üzere seslendi. “Bazı hayvanlar rahat uyusun” diye onu bahçeden eve, alt kata aldım. Sıcak sevmiyor, alt katın bütün kalorifer tesisatını kapattım. Sık sık yine bahçeye dönmek istiyor ama müjde! Ona bahçelerinde rahatça yaşayabileceği, köpek beslemiş ve cinsi ne olursa olsun bakmaya hazır, yavru köpek isteyen harika bir aile buldum.

Birkaç gün içinde yeni yuvasına gidecek miniğimle yılbaşımı beraber geçirdim. Minik dediğime bakmayın, kocaman bir erkek olacak o birkaç yıl içinde. Eve sığmayacak buna eminiz. Zaten evde değil, sürekli bahçede olmayı istemesi de muhtemelen bundan.

Hepinize mutluluğun başka canlıları sevebilmek olduğunu öğretecek, anlatacak, yaşatacak bir yıl diliyorum. Ben şimdi oğluşuma bakmalıyım. Çok sıkıldı yalnızlıktan Biraz sırtını okşamalıyım. Reiki ile onu rahatlatmalıyım.

NOT: EVSİZ HAYVANLAR DERNEĞİNE KÜÇÜK BİR YARDIM YAPARSANIZ, KARŞILIĞINDA HOROSKOP ANALİZİNİZİ HEDİYE EDİYORUM. Detaylar için
astroakademi@gmail.com ( Merih Doğa)

3 Ocak 2008 saat 11.30-13.00 arasında Kanalturk de YEMEK BAHANE programının konuğu olacağım. 2008 de burcunuzu nelerin beklediğini konuşacağız.